19 Mayıs 2012 Cumartesi

Morluklar,Ahu Tuğba ve Boney M

"-Ahmet abi boynunda morluk var,bir şey mi oldu?
-Dün gece Ahu Tuğba ile yattım."
Bir gün kaldırımda oturuyorduk,Ahmet abi bize selam vererek dükkana doğru yürürken boynunda bir karartı gördük.Tabi hemen her gün kavga,çatışma gördüğümüzden olsa gerek biraz endişeli sorduk.Gülerek cevabını vermişti ama 7-8 yaşlarında çocuktuk daha o zamanlar,anlamadık tabi.

Ahmet abi ODTÜ'de öğrenciydi,gençti neşe doluydu.Top sakalı vardı,yakışıklıydı.Her ne kadar adı Ahmet olsa da Rum bir ailenin çocuğuydu.Kırtasiye dükkanlarını ilk açtıklarında mahalledeki milliyetçi abilerin desteğiyle (!) kendisiyle Allahsız komünist diyerek sohbetlerimiz başlamıştı.Sonra samimiyeti ilerlettik,dükkana babasına yardıma her geldiğinde bize takılır,sohbet ederdik.Bir süre de babamla (nereden öğrendiyse) aralarında Rumca küfür taşımacılığı yaptım,tabiki espirisine;
Ben-Babam sana şöyle dedi. Ahmet abi-Sen de git ona şunu söyle.
Ben-Baba,Ahmet abi sana bunu dedi.
Babam-Vay şerefsiz,sen de git şunu de.

Bir başka günse bize iki kaset verdi,biri o zamanın siyasileriyle dalga geçen komedi kaseti diğeri de Boney M'in içinde Rasputin şarkısı da olan kasetiydi.Kasetleri bir süre dinledikten sonra ne yazıkki her ikisine de radyodan defalarca şarkı kaydetme saçmalığını yaptım.

Sonra 12 Eylül oldu,mahallede gösteri yapan,bildiri dağıtan,sabahları polisin-askerin kontrolünde yazılarını silmek zorunda kaldığımız abiler ablalar görünmez oldu.Ahmet abiler de dükkanı kapatıp gittiler.Yıllarca görüşemedik ama yıl 1984'tü,haberini aldık.Ahmet abi evde tüpgazı açıp temelli gitmeyi tercih etmişti.Bilmiyorduk neden bunu yaptığını,ama yapmıştı gerçek olan buydu. İşte o gün bugündür ne zaman bir Boney M'in şarkısını duysak ailecek aklımıza gelir,önce hüzünle ama sonra gülen yüzünü düşünerek neşeyle dinleriz.

Not: İlk resim Grup Ekin'in ODTÜ'de ilk verdiği konserin biletidir.

11 Mayıs 2012 Cuma

Ulucanlar

Giriş ücretini ödeyip dar koridorlardan geçerek cezaevine giriyorum.Artık içerdeyim ve ikiyüzlülüğün tarihini gezmeye başlıyorum.Açık,kısa bir yoldan ibaret alanda Adnan Menderes Bulvarı yazılı bir tabelanın duvarda asılı olduğunu görüyorum.Ne alaka diye düşünerek devam ediyorum ve karşımda Hilton Koğuşu adı verilen iki katlı yapıyı geziyorum.Cezaevinin içerisinde farklı bir bina olan burası gerçekten diğer bölümlere göre Hilton ismini hakediyor.Yazar,gazeteci ve politikacılar genel olarak burada kalmış;Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi sol yazarlar,Bülent Ecevit gibi ortanın sağı politikacılar ve sağdan gazeteci,aydınlar.Ama ilgimi çeken diğer nokta da burada yatanların çoğunun bulvara ismi verilen Adnan Menderes döneminde yatmış olmaları.
Cezaevini gezerken diğer insanların konuşmalarına belki istemeden ama aslında ve mutlaka isteyerek kulak misafiri olunmalı.Bir abinin “işte Necdet Adalı şurda alttaki köşedeki yatakta yatardı” demesini,birkaç Ayaşlı teyzenin Deniz Gezmiş'in hayatını anlatan yazıyı okurkenki “bak gızzz,bizim toprağımızmış” demesini yine aynı teyzelerin Erdal Eren'in hayat hikayesini okurken “pekte gençmiş”demelerini ve diğerlerini duymak gerek.Ve adi suçluların anılarını....Tekrar vurgulayacak olursak diğer ziyaretçilerin anlattıklarına kulak misafiri olmakta mutlak fayda var.
Çoğumuzun bildiği üzere Yılmaz Güney Duvar filmini,Ulucanlar'da kaldığı dönemde tanık olduğu çocuk bölümündeki isyandan hareketle Fransa'da çekmişti.Yıllarca yasaklıydı,Türkiye'de ilk gösterimi ise 90'ların başında Ankara Film Festivali'nde olmuştu,o da tek gösterimlik izin alınarak.Dün gibi hatırlarım salon tıka basa doluydu,filmden çıktığımızda bir süre ağzımızı açamamıştık.Ama beni daha çok etkileyen filme konu olan çocuk koğuşundaki tecavüz ve işkence olaylarından aynı sebeple filmi izlediğimden bir hafta sonra gazetede okuduğum bir haberdi;Keçiören Islahevi'nde çocuk mahkumlar işkence ve tecavüz olaylarından ötürü isyan çıkarmışlardı.Ve 20 yıl sonra bugün Pozantı Cezaevi'nde yaşananlar gibi. İkiyüzlülüğün bir başka fotoğrafını koğuşları gezerken görüyorsunuz.26 Eylül 1999 Ulucanlar Katliamı olarak tarihe geçen olayların öncesindeki Hürriyet gazetesinin manşetlerini okuyorsunuz, "hapishane değil hücre evi" minvalindeki yazılar.Hani o tünel kazıyorlar diye devletin kendi hapishanesine girerek tünel bulamadan çıkan ama ardında 10 (on) insanın cesedini bırakarak çıktığı isyan bastırma girişimini (!).
Deniz'in,Yusuf'un,Hüseyin'in,Erdal'ın,Adalı'nın ve daha birçok insanın asıldığı kavağın gölgesindeki darağcının Devrimci 78'lilerin “o bizim hatıramızdır,vermezseniz çalacağız” tepkisinden sonra hücre içinde korumaya alınmasının trajikomikliği... En son cezaevini müzeye dönüştüren belediyemizin oluşturduğu satış bölümünü geziyoruz.Muhsin Yazıcıoğlu,Nazım Hikmet kupaları,anahtarlıkları vs.Son günlerin haberi olan,aynı dükkanda Deniz,Yusuf ve Hüseyin'e ait malzemelerin ailelerinin itirazları sonucu kaldırılmasıyla ilgili belediyemizce görevlendirilen prezantabl arkadaşla sohbet etmek istiyorum; Ben “Denizlerin ürünleri satılmıyor mu artık?” Prezantabl satış sorumlusu “Yok,bir iki haber çıktı sonra kaldırdık.” Ben “Ya kardeş yanlış anlama,senle bir derdim yok.Ama sence de tezat değil mi,sen devlet olarak adamları as sonra da burada kupasını sat” Prezantabl satış sorumlusu “O ürünleri para kazanmak için değil insanlar istedi diye sayın başkanımız yaptırmıştı.Hiç bir karımız yoktu zaten,o haberi yapan gazeteci kadın kendi de aldı.” Ben “haber yapmak için almıştır” Prezantabl Satış Sorumlusu “Yok yok ben biliyorum,evinde kullanmak için aldı” Ben “Peki” Son olarak girişteki ziyaretçi defterine girişte veyahut çıkışta gözatılmalı...

6 Mayıs 2012 Pazar

Ankara'dan Arkadaş geçti....

12 Mart öncesi bir yurt baskını sonrası başı gözü her bir yanı siyah mor içindeydi.Günlerce baskın sonrası bu siyahlığı taşıdı,yıllarca ağrısını çekti.Toplumcuydu ve bir o kadar bireyciydi.Zeki Müren'i seviniz diyerek o gün bugündür isyankardır toplumun genel kabullerine.
Bireyciliğinin yanında toplumculuğunun karşılığı olarak çektiği baş ağrılarının sonrasında bir gün,5 Mayıs 1973'te yol kenarında cansız bedeni bulundu.
Bursa doğumluydu ama ve belki daha çok Ankaralıydı,Ankaralı Dört Dörtlük şiiriyle.Sakalsız Oğlanın Tragedyası.Aşkla Sana,Ferhat,Merhaba Canım,Pencere,Sevdadır ve diğerleriyle hep ışıktır hayatımıza. Arkadaş'ı okuyunuz,elbet seveceksinizdir.

ANKARALI DÖRT DÖRTLÜK
Ankara vurulmuş bileklerime
Dumanlı hava, kurt kapanı, ciğerparem
Yaşayanlar unutmadı geçen kışı
Dumanlı hava, kurt kapanı, ciğerparem

İlkyaz mı bu hani nerde Ankara
Cılk yumurta akı kına yakısı
Sürgün hızı sürgün hızı yürektedir
Kavuniçi buğday tanesi, yanık yarası

Koş bire doru at koş bire doru at
Sürgün hızı yüreğime tak eder
Ben böyle Ankara’yı neyleyim
Sürgün hızı yüreğime tak eder

Doymadım doymadım adını anmağa
Oy benim canımın canı canım
Doymadan doymadan Ankara’ya
Oy benim canımın canı canım