18 Ocak 2019 Cuma

Gürcistan-Ermenistan Gezisi




Posof'tan Borjomi

2017'de Batum üzerinden gittiğim Gürcistan'a bu sefer Posof üzeri gittim. Amaç Borjomi şehrini de görerek yolu biraz daha kısaltmaktı. Gürcistan ile Türkiye arasında üç sınır kapısı var; Sarp Sınır Kapısı (Hopa), Türkgözü Sınır Kapısı ve Aktaş Sınır Kapısı (Çıldır). En aktif olanı Batum, kısa sürede buradan minibüslerle Hopa'dan Sarp'a ve oradan da Batum'a ulaşmak mümkün. En az çalışan kapı ise Aktaş imiş. Nur Ardahan Posof Seyahat'ten aldığım biletle 17 saat yolculuğun ardından sabah 8.30 gibi Posof'taydım. Aslında firma Tiflis'e de bilet kesiyor ama Aşti'de internettekinden farklı fiyat söyleyince Posof'a almış bulundum. Posof'tan sınıra giden yola kadar yürüdüm ve otostopla kapıya geldim.

Sınırı sorunsuz geçtim ama ortalık ıssızdı, bir iki ava çıkmış taksiden başka araç yoktu. Taksiciler bir iki tur attı etrafımda ama biraz inat ettim ve şansım yaver gitti, otostop çektiğim ilk araç aldı. Sağolsun Ahıska şehrine kadar götürdü, oradan da minibüsle (marshrutka) Borjomi'ye kısa sürede vardım. booking.com'dan rezervasyon yaptığım hosteli aramaya başladım hemen. Sora sora bulduğumda 17-18 katlı Sovyet Toki binası olduğunu gördüm ve daireden bozma hostel de 15.kattaymış. Tarihi, antika bir asansör vardı ve meğer yandaki kutuya cüzi bir miktar para atınca çalışıyormuş. Bacaklar biraz titreyerek asansörle 15. kata geldim ama dairede kimse yoktu, bir yönden sevindim çünkü o asansörle bir daha oraya çıkmak korkutucuydu. Yürüyerek aşağı indiğim devasa binada ara katlarda resmen mahalle havası vardı. Bir katta takılan gençler, bir katta ikindi çayı içen teyzeler vs. Binadan çıkar çıkmaz da yeni bir rezervasyonla zemin kattaki başka bir hostele geçtim hemen.

Borjomi küçük ama özellikle doğasıyla güzel bir şehir. Ertesi gün sabahtan ilk olarak tarihi ve dolayısıyla turistik trene binerek daha çok kış turizminin mekanlarından olan Bakuriani'ye gittim. Yolculuk bu eski trenle çok keyifli, bilet ücreti 2 Lari ve 2.5 saat kadar sürüyor. Çok güzel ormanlık ve dağlık bir alan içinde güzergahı var, kalkıştan yarım saat önce gidilerek trende yer kapılması tavsiye edilir.

Ertesi gün ise Borjomi Central Park'ına gittim. Burada gidiş-dönüş çalışan teleferik var ama gidiş kullanılarak dönüşte patika yoldan aşağı inilmesi tavsiye edilir. Ormanın içinde güzergah üzerine bazı yerlerine hafif çimento dökülmüş, ağaçların üzerinde yön işaretleri bulunan müthiş bir patika.

Bu arada Gürcüler çok dindar bir millet, sosyalizm neden ihmal etmiş bu durumu anlamak zor. Her yere, dağın başına haç dikmişler. Minibüste giderken siz etrafa bakarken birden herkes istavroz çıkarmaya başlıyor, lan nerde bu haç diye hemen aramaya başlıyorsunuz.

Bir de Gürcistan'da her şehirde teleferik ve dönme dolap görmek mümkün. Teleferikler hem eğlence hem ulaşım amacıyla da kullanılmış. Dönme dolaplar ise genelde şehri en yukardan gören bir tepeye yapılmış, dönerken şehri izleyelim amacıyla. Ama şimdiki hallari dramatik, kullanılmayan halleriyle öyle yalnız dağın başında. Batum'daki deniz kıyısında, farklı olarak.

Tiflis ya da Tbilisi

İki gecelik Borjomi konaklaması sonrası Tiflis'e geçtim. Tiflis'te her sene Ekim ayının ilk hafta sonu Tbilisoba şehir festivali var. Cumartesi günü ilk olarak merkezdeki en büyük park olan Rike Park'ına uğradım. Rike Park'ı festival dolayısıyla devasa mangal alanına dönmüştü, genelde domuz şiş yapılıyordu ve Gürcü halkı hunharca bu domuz şişlere rağbet gösteriyordu. Kanyak ve şaraptan oluşan içki satış tezgahları, yerel yiyeceklerin satıldığı tezgahları ile Rike Park devasa yemek-içki alanına dönmüştü ve oldukça kalabalıktı. Etkinliklerin yoğunlaştığı diğer alan kükürt banyolarının olduğu alan yani Legvtakhevi bölgesi ise daha sanatsal aktivitelere ev sahipliği yapıyordu. Pandomim gösterileri, resim sergileri ve özellikle klasik müzik konserleri.

Festivalden bağımsız, gelmişken şehrin biraz sapa yerinde olan Stalin'in devrim öncesi matbaa olarak kullandığı yeri de göreyim dedim. Avlabari'den biraz yürüyüp, ara sokaklardan matbaa-müzeyi buldum. İnternette müze yazıyordu ama geldiğimde Komünist Parti'nin toplantısı vardı. Toplantıdan sigara içmeye çıkanlardan birine burası müze mi diye sordum, o ise ha müze olduk şimdi gibi kinayeli bir tavırla "müze evet, gezebilirsin" dedi. Gezmeye başlayınca yaklaşık 90-100 yaşlarında Rusça konuşan bir teyze çıktı karşıma. Ben yaşlı kadın yorulmasın kendim gezerim, zahmet etme gibisinden işaret diliyle anlatmaya çalıştıkça teyze kızgın tavırla ve sesini yükselterek ben gezdireceğim dedi, tabi Rusça olarak. Güzel ilginç, görülmesi gereken bir yer. Toplantıdaki yoldaşlarla da selamlaştık.

Son gün de meşhur Gabriadze kukla tiyatrosunda Stalingrad oyununa gittim. Biletler bir ay öncesinden bitiyor genelde, onun için önceden internetten almak gerekli. İngilizce alt yazılı olarak gösteri sunuluyor.

Tiflis'e gelirseniz metrosuna binmeyi unutmayın bu arada. Sovyet zamanında yapılma, çok dik merdivenleriyle, çok derindeki ve durumuna göre bayağı hızlı giden vagonlarıyla müthiş bir adrenalin veriyor.



Pazartesi Yerevan'a yolculuk.

Avlabari semtinden bir gün önceden yaptığım rezervasyon ile Yerevan'a yolculuk başladı. 1-1,5 saat kadar Ermenistan sınırı sürdü. Sınıra geldiğimizde minibüsteki diğer ülke vatandaşları tıkır tıkır pasaportlarını göstererek geçerken ben vize gişesine geçtim. Ermeni arkadaş 10 bin dram istedi vize için, ben yeni geliyorum bende dram yok dolar veya euro olursa ödeyeyim desem de 10-15 dk kendi çapında direndi, olmaz dedi. Biraz daha söylenince elimdeki 10 doları aldı benim de yeni gördüğüm döviz bozdurma makinasına sokarak 10 doların 7'sini aldı üstünü Dram olarak iade etti. Sonra pasaport kontrol noktasına geçtim. Yine burada da tıkır tıkır yürüyen işler benim Türk pasaportu görünce bir anda yavaşladı. Polis pasaportumu aldı, neden geldin, burada arkadaşın var mı, nerede konaklayacaksın, kaç gün kalacaksın vb sorular sonrası istemeyerek onayı verdi. İnternette daha önce Ermenistan'a gidenlerin yazılarından okuduğuma göre kimine hoş geldin diyenler varken, kimine soykırım hakkında ne düşünüyorsun diye soranlar varmış. Bize de böylesi rastladı. Ayrıca booking.com'dan rezervasyon çıktımı göstermem de olumlu oldu sanırım. Bu arada minibüsün şoförü kızgınlıkla yanıma geldi herkes geçti sen niye buradasın minvalinde sorular sordu, ben de vize dedim sıra bekliyoruz gibi hareketler yapınca ha tamam diyerek gitti. Nihayet Ermenistan'a giriş yaptım.

Ermenistan'a girdikten sonra yollar bir müddet bozuktu, ama Vanadzor'u geçtikten sonra sıkıntı yok. Vanadzor da ilginç bir şehirdi, muhtemelen Sovyetler zamanı sanayi şehri olan bu şehrin yarısı demir yığını gibiydi. Çalışmayan, kullanılmayan demir yığını fabrikaları ile dağların arasında fantastik bir yer. 5,5 saat yolculuk sonrası Yerevan otogarına vardık. Burada da taksi lazım mı abi, nereye gidecen abi sorularını duymazdan gelerek karşıda otobüs duraklarının olduğu yere geçtim. Orada otobüs şoförü abilere sorarak 67 nolu otobüse bindim. Sonra Cumhurihyet meydanı ve nihayet hostele vardım. Hello diyerek girdim, ay hev rezerveyşın diyerek pasaportu uzatmamla lobivari kısımdaki erkek ve kadın görevlilerin beti benzi attı. Bir yandan ben de tırsıyorum, bunlar gece yatağıma gelir boynumu keserler vs diye. Neyse sonra anlaştık.Zaten hostelin sahibi Hintlilermiş, onlar problem. Dört gece kaldım hostelde, kahvaltı dahil ekonomik bir hosteldi. Sabahları haşlanmış yumurta, birkaç bisküvi, tereyağı ve peynir, yetiyordu. Sabahları emekçi bir abla geliyordu kahvaltıyı hazırlamaya.

Yerevan çok canlı bir şehir, sürekli bir aktivite sürekli bir konser. Herhangi bir Avrupa şehrinden aşağı kalır yanı yok, hatta çoğundan güzeldir de belki. Eski kırmızı taşlı, çok güzel mimariye sahip binaları, sokakları ve caddeleriyle çok güzel bir şehir Yerevan. Ama varoşları da var, varoş mahallesinin ismi de Malatya idi. Günler geçtikçe ve şehri dolaştıkça birçok tanıdık coğrafya isimleri ile karşılaştım; Ardvin otobüs durağı, Akhtamar, Van, Ararat isimli sigarlar, Maraş Mahallesi, Anteb lokantası vs.

Mutfağı ise ayrı bir zenginlik, birçok tanıdık yemekleri gibi farklı ve zengin bir mutfağı var. Tadabildiklerim ise lahmacun, mantı, içli köfte, ciğer ve birkaç çorba çeşidi oldu. İçkiler ucuz ve güzel. Kilikya birası, votkaları ve kanyakları gayet güzel.


Gittiğimde Frankofan günleri vardı ve 3-4 gün boyunca bu etkinlikleri takip ettim. Cumhuriyet Meydanı'nda da konserler vardı. Ama en sevdiğim sadece yayalara açık olan Northern sokağındaki sokak müzisyenlerini seyretmekti. Akerdeon, darbuka vs çalanları, halay çekenleri ile özellikle akşamları keyifle gezilen bir sokak. Diğer gezdiğim gördüğüm yerler ise; Sovyetler'den kalma Cascade Compleksi, Cumhuriyet Meydanı, Fransız Meydanı, Aşıklar Parkı, Aznavour Meydanı ve Soykırım Müzesi.

Soykırım Müzesi'ni gezmek bir de yürüyerek gidip geldiğim için bir günümü aldı. Kaldığım hostel Azutyan Meydanı'nın yakınındaydı, buradan 45 dakikada yürüdüm. Müzeye direkt otobüs yok, ya 15-20 dakika mesafede duran otobüslerle gideceksiniz ya da taksi. Ben ise tamamen yürümeyi tercih ettim. Yol üstünde çok güzel ama kullanılmayan, bayağı büyük bir stadyuma rastladım. Hrazdan Stadyumu, sahasında yarım metreye yakın otlar büyümüş, neden kullanılmadığına anlam veremedim. Müzeye vardığımda yorgunluktan mıdır artık yanlışlıkla çıkış yerinden giriş yaptım. Müzenin son kısımlarında Hrant Dink'in ve cenazesinden fotoğraflar vardı. Fotoğraflara bakarken yanımda üç kişilik grubun kırık bir Türkçeyle konuştuğunu farkettim, yanlarına yaklaştım Türkiye'den misiniz diye sorunca biri evet derken, diğerleri öfkeyle yüzüme baktı ve hepsi benden uzaklaştı birden. Şaşırdım ve üzüldüm tabi, konuşmaya fırsat bile bırakmamışlardı. Neyse diyerek müzenin sonundan en başa yürüyerek düzgünce gezmeye başladım. Müze bayağı masraf yapılarak çok güzel hazırlanmış. Olayların tarihsel sıralamasıyla, arada Anadolu'da yaşayan Ermeni halkının yaşantılarından kesitlerle çarpıcı bir sergi oluşturulmuş.

Sonraki gün ise Tiflis arabasına rezervasyon yapmak için garajlara giderken Yerevan Tarih Müzesi'ni gezdim. Bileti aldığım görevli kadın ülkemi sorup Türkiye deyince "hııı" diyerek kafasını çevirdi.

Son gün garajlara giderken Ermeniler için yarı kutsal nar suyundan içmek istedim. Sokaktaki meyve suyu satan genç arkadaştan bir bardak nar suyu istedim. Biraz pahalıydı, tabi o zaman döviz de uçmuştu. Arkadaş turist olduğumu anladı ve nereden dedi, bu sefer bir de sokakta gerginlik yaşamamak için Greece dedim. Genç Arkadaşın çok hoşuna gitti veri layk veri layk dedi ve Athena mı dedi aynen dedim Athena. Karşılıklı selamlaşarak ayrıldım.

Yerevan'da daha pek çok göremediğim yer kaldı; metrosu, Sovyet döneminden kalma Maraş mahallesi ve varoş mahallesi Malatya. Bir de dönüşü trenle yapmak istemiştim ama kış döneminde geceye almışlardı seferleri. Tren daha pahalı ve uzun sürüyor ama güzergahı çok daha güzel, Kars'ın yanından gidiyor. Artık bir dahakine.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder