18 Ocak 2019 Cuma

Gürcistan-Ermenistan Gezisi




Posof'tan Borjomi

2017'de Batum üzerinden gittiğim Gürcistan'a bu sefer Posof üzeri gittim. Amaç Borjomi şehrini de görerek yolu biraz daha kısaltmaktı. Gürcistan ile Türkiye arasında üç sınır kapısı var; Sarp Sınır Kapısı (Hopa), Türkgözü Sınır Kapısı ve Aktaş Sınır Kapısı (Çıldır). En aktif olanı Batum, kısa sürede buradan minibüslerle Hopa'dan Sarp'a ve oradan da Batum'a ulaşmak mümkün. En az çalışan kapı ise Aktaş imiş. Nur Ardahan Posof Seyahat'ten aldığım biletle 17 saat yolculuğun ardından sabah 8.30 gibi Posof'taydım. Aslında firma Tiflis'e de bilet kesiyor ama Aşti'de internettekinden farklı fiyat söyleyince Posof'a almış bulundum. Posof'tan sınıra giden yola kadar yürüdüm ve otostopla kapıya geldim.

Sınırı sorunsuz geçtim ama ortalık ıssızdı, bir iki ava çıkmış taksiden başka araç yoktu. Taksiciler bir iki tur attı etrafımda ama biraz inat ettim ve şansım yaver gitti, otostop çektiğim ilk araç aldı. Sağolsun Ahıska şehrine kadar götürdü, oradan da minibüsle (marshrutka) Borjomi'ye kısa sürede vardım. booking.com'dan rezervasyon yaptığım hosteli aramaya başladım hemen. Sora sora bulduğumda 17-18 katlı Sovyet Toki binası olduğunu gördüm ve daireden bozma hostel de 15.kattaymış. Tarihi, antika bir asansör vardı ve meğer yandaki kutuya cüzi bir miktar para atınca çalışıyormuş. Bacaklar biraz titreyerek asansörle 15. kata geldim ama dairede kimse yoktu, bir yönden sevindim çünkü o asansörle bir daha oraya çıkmak korkutucuydu. Yürüyerek aşağı indiğim devasa binada ara katlarda resmen mahalle havası vardı. Bir katta takılan gençler, bir katta ikindi çayı içen teyzeler vs. Binadan çıkar çıkmaz da yeni bir rezervasyonla zemin kattaki başka bir hostele geçtim hemen.

Borjomi küçük ama özellikle doğasıyla güzel bir şehir. Ertesi gün sabahtan ilk olarak tarihi ve dolayısıyla turistik trene binerek daha çok kış turizminin mekanlarından olan Bakuriani'ye gittim. Yolculuk bu eski trenle çok keyifli, bilet ücreti 2 Lari ve 2.5 saat kadar sürüyor. Çok güzel ormanlık ve dağlık bir alan içinde güzergahı var, kalkıştan yarım saat önce gidilerek trende yer kapılması tavsiye edilir.

Ertesi gün ise Borjomi Central Park'ına gittim. Burada gidiş-dönüş çalışan teleferik var ama gidiş kullanılarak dönüşte patika yoldan aşağı inilmesi tavsiye edilir. Ormanın içinde güzergah üzerine bazı yerlerine hafif çimento dökülmüş, ağaçların üzerinde yön işaretleri bulunan müthiş bir patika.

Bu arada Gürcüler çok dindar bir millet, sosyalizm neden ihmal etmiş bu durumu anlamak zor. Her yere, dağın başına haç dikmişler. Minibüste giderken siz etrafa bakarken birden herkes istavroz çıkarmaya başlıyor, lan nerde bu haç diye hemen aramaya başlıyorsunuz.

Bir de Gürcistan'da her şehirde teleferik ve dönme dolap görmek mümkün. Teleferikler hem eğlence hem ulaşım amacıyla da kullanılmış. Dönme dolaplar ise genelde şehri en yukardan gören bir tepeye yapılmış, dönerken şehri izleyelim amacıyla. Ama şimdiki hallari dramatik, kullanılmayan halleriyle öyle yalnız dağın başında. Batum'daki deniz kıyısında, farklı olarak.

Tiflis ya da Tbilisi

İki gecelik Borjomi konaklaması sonrası Tiflis'e geçtim. Tiflis'te her sene Ekim ayının ilk hafta sonu Tbilisoba şehir festivali var. Cumartesi günü ilk olarak merkezdeki en büyük park olan Rike Park'ına uğradım. Rike Park'ı festival dolayısıyla devasa mangal alanına dönmüştü, genelde domuz şiş yapılıyordu ve Gürcü halkı hunharca bu domuz şişlere rağbet gösteriyordu. Kanyak ve şaraptan oluşan içki satış tezgahları, yerel yiyeceklerin satıldığı tezgahları ile Rike Park devasa yemek-içki alanına dönmüştü ve oldukça kalabalıktı. Etkinliklerin yoğunlaştığı diğer alan kükürt banyolarının olduğu alan yani Legvtakhevi bölgesi ise daha sanatsal aktivitelere ev sahipliği yapıyordu. Pandomim gösterileri, resim sergileri ve özellikle klasik müzik konserleri.

Festivalden bağımsız, gelmişken şehrin biraz sapa yerinde olan Stalin'in devrim öncesi matbaa olarak kullandığı yeri de göreyim dedim. Avlabari'den biraz yürüyüp, ara sokaklardan matbaa-müzeyi buldum. İnternette müze yazıyordu ama geldiğimde Komünist Parti'nin toplantısı vardı. Toplantıdan sigara içmeye çıkanlardan birine burası müze mi diye sordum, o ise ha müze olduk şimdi gibi kinayeli bir tavırla "müze evet, gezebilirsin" dedi. Gezmeye başlayınca yaklaşık 90-100 yaşlarında Rusça konuşan bir teyze çıktı karşıma. Ben yaşlı kadın yorulmasın kendim gezerim, zahmet etme gibisinden işaret diliyle anlatmaya çalıştıkça teyze kızgın tavırla ve sesini yükselterek ben gezdireceğim dedi, tabi Rusça olarak. Güzel ilginç, görülmesi gereken bir yer. Toplantıdaki yoldaşlarla da selamlaştık.

Son gün de meşhur Gabriadze kukla tiyatrosunda Stalingrad oyununa gittim. Biletler bir ay öncesinden bitiyor genelde, onun için önceden internetten almak gerekli. İngilizce alt yazılı olarak gösteri sunuluyor.

Tiflis'e gelirseniz metrosuna binmeyi unutmayın bu arada. Sovyet zamanında yapılma, çok dik merdivenleriyle, çok derindeki ve durumuna göre bayağı hızlı giden vagonlarıyla müthiş bir adrenalin veriyor.



Pazartesi Yerevan'a yolculuk.

Avlabari semtinden bir gün önceden yaptığım rezervasyon ile Yerevan'a yolculuk başladı. 1-1,5 saat kadar Ermenistan sınırı sürdü. Sınıra geldiğimizde minibüsteki diğer ülke vatandaşları tıkır tıkır pasaportlarını göstererek geçerken ben vize gişesine geçtim. Ermeni arkadaş 10 bin dram istedi vize için, ben yeni geliyorum bende dram yok dolar veya euro olursa ödeyeyim desem de 10-15 dk kendi çapında direndi, olmaz dedi. Biraz daha söylenince elimdeki 10 doları aldı benim de yeni gördüğüm döviz bozdurma makinasına sokarak 10 doların 7'sini aldı üstünü Dram olarak iade etti. Sonra pasaport kontrol noktasına geçtim. Yine burada da tıkır tıkır yürüyen işler benim Türk pasaportu görünce bir anda yavaşladı. Polis pasaportumu aldı, neden geldin, burada arkadaşın var mı, nerede konaklayacaksın, kaç gün kalacaksın vb sorular sonrası istemeyerek onayı verdi. İnternette daha önce Ermenistan'a gidenlerin yazılarından okuduğuma göre kimine hoş geldin diyenler varken, kimine soykırım hakkında ne düşünüyorsun diye soranlar varmış. Bize de böylesi rastladı. Ayrıca booking.com'dan rezervasyon çıktımı göstermem de olumlu oldu sanırım. Bu arada minibüsün şoförü kızgınlıkla yanıma geldi herkes geçti sen niye buradasın minvalinde sorular sordu, ben de vize dedim sıra bekliyoruz gibi hareketler yapınca ha tamam diyerek gitti. Nihayet Ermenistan'a giriş yaptım.

Ermenistan'a girdikten sonra yollar bir müddet bozuktu, ama Vanadzor'u geçtikten sonra sıkıntı yok. Vanadzor da ilginç bir şehirdi, muhtemelen Sovyetler zamanı sanayi şehri olan bu şehrin yarısı demir yığını gibiydi. Çalışmayan, kullanılmayan demir yığını fabrikaları ile dağların arasında fantastik bir yer. 5,5 saat yolculuk sonrası Yerevan otogarına vardık. Burada da taksi lazım mı abi, nereye gidecen abi sorularını duymazdan gelerek karşıda otobüs duraklarının olduğu yere geçtim. Orada otobüs şoförü abilere sorarak 67 nolu otobüse bindim. Sonra Cumhurihyet meydanı ve nihayet hostele vardım. Hello diyerek girdim, ay hev rezerveyşın diyerek pasaportu uzatmamla lobivari kısımdaki erkek ve kadın görevlilerin beti benzi attı. Bir yandan ben de tırsıyorum, bunlar gece yatağıma gelir boynumu keserler vs diye. Neyse sonra anlaştık.Zaten hostelin sahibi Hintlilermiş, onlar problem. Dört gece kaldım hostelde, kahvaltı dahil ekonomik bir hosteldi. Sabahları haşlanmış yumurta, birkaç bisküvi, tereyağı ve peynir, yetiyordu. Sabahları emekçi bir abla geliyordu kahvaltıyı hazırlamaya.

Yerevan çok canlı bir şehir, sürekli bir aktivite sürekli bir konser. Herhangi bir Avrupa şehrinden aşağı kalır yanı yok, hatta çoğundan güzeldir de belki. Eski kırmızı taşlı, çok güzel mimariye sahip binaları, sokakları ve caddeleriyle çok güzel bir şehir Yerevan. Ama varoşları da var, varoş mahallesinin ismi de Malatya idi. Günler geçtikçe ve şehri dolaştıkça birçok tanıdık coğrafya isimleri ile karşılaştım; Ardvin otobüs durağı, Akhtamar, Van, Ararat isimli sigarlar, Maraş Mahallesi, Anteb lokantası vs.

Mutfağı ise ayrı bir zenginlik, birçok tanıdık yemekleri gibi farklı ve zengin bir mutfağı var. Tadabildiklerim ise lahmacun, mantı, içli köfte, ciğer ve birkaç çorba çeşidi oldu. İçkiler ucuz ve güzel. Kilikya birası, votkaları ve kanyakları gayet güzel.


Gittiğimde Frankofan günleri vardı ve 3-4 gün boyunca bu etkinlikleri takip ettim. Cumhuriyet Meydanı'nda da konserler vardı. Ama en sevdiğim sadece yayalara açık olan Northern sokağındaki sokak müzisyenlerini seyretmekti. Akerdeon, darbuka vs çalanları, halay çekenleri ile özellikle akşamları keyifle gezilen bir sokak. Diğer gezdiğim gördüğüm yerler ise; Sovyetler'den kalma Cascade Compleksi, Cumhuriyet Meydanı, Fransız Meydanı, Aşıklar Parkı, Aznavour Meydanı ve Soykırım Müzesi.

Soykırım Müzesi'ni gezmek bir de yürüyerek gidip geldiğim için bir günümü aldı. Kaldığım hostel Azutyan Meydanı'nın yakınındaydı, buradan 45 dakikada yürüdüm. Müzeye direkt otobüs yok, ya 15-20 dakika mesafede duran otobüslerle gideceksiniz ya da taksi. Ben ise tamamen yürümeyi tercih ettim. Yol üstünde çok güzel ama kullanılmayan, bayağı büyük bir stadyuma rastladım. Hrazdan Stadyumu, sahasında yarım metreye yakın otlar büyümüş, neden kullanılmadığına anlam veremedim. Müzeye vardığımda yorgunluktan mıdır artık yanlışlıkla çıkış yerinden giriş yaptım. Müzenin son kısımlarında Hrant Dink'in ve cenazesinden fotoğraflar vardı. Fotoğraflara bakarken yanımda üç kişilik grubun kırık bir Türkçeyle konuştuğunu farkettim, yanlarına yaklaştım Türkiye'den misiniz diye sorunca biri evet derken, diğerleri öfkeyle yüzüme baktı ve hepsi benden uzaklaştı birden. Şaşırdım ve üzüldüm tabi, konuşmaya fırsat bile bırakmamışlardı. Neyse diyerek müzenin sonundan en başa yürüyerek düzgünce gezmeye başladım. Müze bayağı masraf yapılarak çok güzel hazırlanmış. Olayların tarihsel sıralamasıyla, arada Anadolu'da yaşayan Ermeni halkının yaşantılarından kesitlerle çarpıcı bir sergi oluşturulmuş.

Sonraki gün ise Tiflis arabasına rezervasyon yapmak için garajlara giderken Yerevan Tarih Müzesi'ni gezdim. Bileti aldığım görevli kadın ülkemi sorup Türkiye deyince "hııı" diyerek kafasını çevirdi.

Son gün garajlara giderken Ermeniler için yarı kutsal nar suyundan içmek istedim. Sokaktaki meyve suyu satan genç arkadaştan bir bardak nar suyu istedim. Biraz pahalıydı, tabi o zaman döviz de uçmuştu. Arkadaş turist olduğumu anladı ve nereden dedi, bu sefer bir de sokakta gerginlik yaşamamak için Greece dedim. Genç Arkadaşın çok hoşuna gitti veri layk veri layk dedi ve Athena mı dedi aynen dedim Athena. Karşılıklı selamlaşarak ayrıldım.

Yerevan'da daha pek çok göremediğim yer kaldı; metrosu, Sovyet döneminden kalma Maraş mahallesi ve varoş mahallesi Malatya. Bir de dönüşü trenle yapmak istemiştim ama kış döneminde geceye almışlardı seferleri. Tren daha pahalı ve uzun sürüyor ama güzergahı çok daha güzel, Kars'ın yanından gidiyor. Artık bir dahakine.



19 Temmuz 2015 Pazar

MUNZUR FESTİVALİ



Bu sene festival önceki senelerdeki düzenlenme tarihinden yani Temmuz'un son haftasından farklı olarak Ağustos'un ilk haftası 7-8-9 Ağustos tarihlerinde yapılacak.İlk defa gideceklere biraz bilgi vermek istedim.
Dersim isminin bugünkü karşılığı her ne kadar Tunceli ili olsa da Cumhuriyet öncesi daha geniş bir coğrafyayı tanımlıyordu;bugünkü Tunceli iliyle birlikte Erzincan ilçeleri Kemah,Kemaliye ve Tercan,Malatya-Arapgir,Elazığ-Palu ve Bingöl-Kiğı’yı kapsayan bir alandı.Dersim,Dersim iken de merkezi bugünkü Hozat ilçesiymiş.
Dersim’e nasıl gidilir?
Uçak ile en yakın Elazığ üzerinden gidilir.Şehirler arası otobüsler de çalışıyor elbet ama festivalde daha rahat gezmek için araba olması ideal.Otobüsle gidilecekse eğer Can Dersim Tunceliler’den epey önce biletleri ayarlamak gerek.Araba ile iki yol var kullanılabilecek, birincisi Elazığ ve oradan feribotla Pertek üzeri merkeze gidilebilir.Diğeri ise Sivas-Erzincan-Pülümür güzergahıdır.Ben askerken yani 96’da Pülümür yolu kapalıydı,yolun yanından geçerken bile görüntüsü ürkütücüydü yanmış arabalar,tünel gibi görüntüsü vs.Eskiden kalan merakla geçen sene bu yol üzerinden gitmeye karar vermiştim,Dersimli arkadaşın “napacan Pertek üzeri gel” tavsiyelerine karşın.İyi de yapmışım ama gidişte gece vakti geçtiğimiz için dönüşü de bu yoldan yaptık.En iyisi gidiş-gelişi farklı yönlerden yapmak.Feribotla Pertek’e geçmek de akşam vakti ve günün ilk ışıklarında güzel oluyor.
Kamp yeri için merkez ve merkez ile Ovacık arasındaki Munzur kenarı tercih edilebilir.Merkez çok kalabalık oluyor tabi,kamp yeri bulmak için erken ulaşmak önemli.Biz merkezden 3-5 km ilerdeki Kemera Bel tesislerinde kalmıştık.Tuvalet,lokantsı vs tam şehir imkanlarından kopamayanlar için konumuyla tercih edilebilir.Daha doğal şartlarda kamp yapmak isteyenler ise yine Munzur boyunca kamp yapabilir.
Geçen seneki festivalde önceki senelerdekinin tersine birçok etkinlik merkezde yapılmıştı.Bu nedenle merkezde akşamları yürümek dahi çok güçtü kalabalıktan.Ve bu kalabalığın yarattığı kirliliğin yerel halktaki etkisi de olacaktı;hemen hepsi bundan sonra festivalin yapılmaması yönünde öfkeyle konuşuyorlardı.Alternatif bir festival olan bu festivalde insanların çevreye duyarsız kalması beni bile şaşırtmıştı.Yani illa askeri tuvaletlerdeki gibi “nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak” yazısı mı asılmalıydı etrafa diye insanı düşündürüyordu.Belki gönüllü bir çevre temizlik ekibi oluşturulabilir.Bu seneki çevreye duyarlı olunmalı yönündeki Dersim Belediyesi’nin duyuru çalışmaları belki etkili olur.

















İl merkezi güzel,akşamları türkülü sohbet yapan grupları dinlemek güzel.Geçen sene il merkezi harici Hozat,Ovacık ve Pülümür merkezlerinin görmüştük.Pülümür’de epey bi erkek egemen hava vardı.Sokaklarda neredeyse hiç kadın görmedik.Ama kahveleri çay içip dinlenmek için güzel.Cemal Süreya’nın memleketi de olan Pülümür’de adına yapılan anıt da görülmeli.Pülümür yolundaki Ağlayan Kayalar,
Hozat doğrusu Xozat, çevresi gördüğümüz kadarıyla her ne kadar çorak olsa da ilçe merkezi gayet şirin bir yer.Ovacık’a göre daha hareketli.Xozat Dersim’in eski merkezi aslında 1915 öncesi önemli bir Ermeni nüfusa da sahip.Daha önce trafik kazasında kaybettiğimiz arkadaşımız Fuat Yalın’ın cenazesi için de gelmiştim.Köy yapısı benim gördüklerime göre farklı burada,yani Dersim’in genelinde böyle midir bilmiyorum ama evler toplu değil köylerde,epey mesafe var aralarında.
Ovacık yakınında Munzur’un doğduğu Gözeler de görülmeli.Önceki sene ülke genelindeki kuraklık burayı da vurduğundan sular azalmış.Çevrenin ihtiyarları ise bunun nedeninin burada gençlerin çok içki içtiğine yormuşlar ve burada içki içilmesini bir nevi yasaklayan karar almışlar.Merkez ile Ovacık arasındaki yol Munzur Irmağı’nın eşlik etmesiyle manzarası,doğası en güzel yerlerden biri.Mutlaka ara ara durulmalı.Ovacık’ta kamp için Munzur kenarında yer ararken arıcılık yapanlar kendi bölgelerinin yakınına gece ayılar gelebileceği için kamp yapmamamız yönünde tavsiyede bulundular.Neyse Ovacıklı arkadaşlar yine Munzur kenarında çok güzel kamp yeri buldular bize ve epey eğlenceli bir gece geçirmiştik orada.
Geçen sene Seyit Rıza’nın köyünde anma yapılmıştı,büyük ihtimal yine yapılır.Merkezden servis kalkmıştı,ama biz kaçırdığımız için bu dağlık köye arazi aracı kiralayarak çıkmıştık (60 TL).Köy Seyit Rıza’nın idamından sonra yıkıldığı için birkaç harabeden başka bir şey kalmamıştı.Zaten Seyit Rıza’nın köyüne giderken de bu sefer 90’larda yakılan,yıkılan köyleri de görebiliyorsunuz ek olarak.
Kaldığımız üç günde de sonradan şehir efsanesine dönen 3-5 anarşistin komün hayatı yaşadığı köyü aramak vardı,ama bulamadık tabi.Gerçi komün köyü görmek isteyen Pertek Kurmeş Köyü’ne de gidebilir.Yönetmen Kazım Öz’ün de köyü olan Kurmeş’in Munzur Festivali ile yakın veya eş zamanlı festivali oluyor hatta.
Görmediklerimiz arasında ise Dersim’in kutsallık açısından en önemli yeri olan Düzgün Baba Dağı var.Ama buraya çıkmak epey zorlu bir işmiş öğrendiğimiz kadarıyla.Munzur'da rafting de denenmeli,geçen sene yapamamıştık.İnşallah bu sene yaparız.













Festival programı geçen sene festivalden çok kısa bir süre açıklanmıştı.Bunun için etkinliklere göre program yapmakta hızlı davranılmalı.
Dönüşte alınması gerekenler ise başta dağ sarımsağı ve bal söyleyebilirim.Dağ sarımsağı bildiğimiz sarımsaktan farklı olarak içi çok yapılı değil,her birinden tek tane çıkıyor ve aromatik yapısı oldukça farklı.Dersim'in öyle muhafazakar yapısı olmasa da politik ortamından ötürü kontrollü içmekte fayda var.Tabi en önemlisi çevreyi kirletmemekte.

24 Nisan 2015 Cuma

Ankara’nın Gayrimüslimleri;Ermeniler,Rumlar,Yahudiler


Ankara’da yaşamış gayrı müslimler Yahudiler,Ermeniler ve Rumlardır.Kendi içlerinde de ayrılıyorlar gerçi;İspanya’dan gelen Yahudiler ve Portekiz’den gelenler,Katolik ve Protestan Ermeniler diye.Ankara nüfusunun 1900’lü yıllara kadar üçte birini oluşturdukları söylenebilir.Bu üçte bir oranını bugüne hayal edince o yıllar nasıl bir kültürel zenginlikte yaşandığı çok şaşırtıyor insanı tabiki.
Yahudiler Osmanlı zamanında Portekiz ve İspanya’dan gelenlerdir.Ankara Yahudilerini öğrenmek için Beki Bahar’ın “Ankara Yahudileri” kitabı çok güzel bir kaynaktır.Aynı zamanda Ankara tarihini çok yalın bir dille anlatan en iyi kitaplardan biridir.Kitapta Beki Bahar tarih boyunca Müslümanlarla herhangi bir sorun yaşanmadığını ama kimi zaman Hıristiyanlarla sorunlar yaşandığını yazar.Tabi Müslümanlarla sorun yaşanmadığını yazarken artık sadece Ankara’da değil ülkede azınlık bırakılmadığından tartışmalıdır.
Yahudiler Ankara’da gayrımüslimler arasında nüfus olarak en az olanlardır ama ticarette etkindiler.Ulus’ta beşyüz yıllık Yahudi mahallesi vardır.Cumhuriyet ve o zamanlar dünyada gelişen ulusalcılık-tek millet tek din anlayışı sonucu bugüne mahalleden eser pek kalmamıştır.Sadece zaman zaman saldırılara uğrasa da yüksek duvarlarla çevrili sinagog ve çevresindeki birkaç Yahudi ev kalmıştır.Bir de Yahudiler için anıları olan Şengül Hamamı vardır.Beki Bahar kitabında özel günler yani bayram,düğün vs öncesinde Şengül Hamamı’na gidilerek eğlenildiğini yazar.
Rumlar en az nüfusa sahip olanlardır gayrımüslümler arasında.Ankara Rumları hakkında pek bir bilgiye ulaşamadım.Yine Bekir Bahar’ın kitabından daha çok Keçiören ve Etlik gibi o zamanlar bahçeli evlerin,bağların yoğun olduğu yerlerde yaşadıklarını biliyorum.Ayrıca kitaptan eğlenceyi,içkiyi ve müziği sevdiklerini öğreniyoruz.
Ermeniler gayrımüslimler arasında en kalabalık olanlardır.Türkler gibi merkezde olsun,ilçe ve köylerde olsun daha yerleşiktir ve yaygındır.Ergenekon operasyonlarıyla ismini duyduğumuz Zir Vadisi aslında Ermenilerin en yoğun yaşadığı İstanos kasabasının da bulunduğu yerdir.İstanos kasabası tehcir sonrası boşalmıştır,1950lerde de heyelan nedeniyle tamamen boşaltılır bugünkü ismiyle Yenikent olan yere taşınır.İstanos’ta birçok tahribata rağmen halen Ermeni mezarlığının kalıntıları vardır.
Bugünün meşhur Ankara zenginlerinin konakladığı yer olan İncek köyü de aslında Ermeni köyüdür.Yine Haymana,Kızılcahamam,Çubuk gibi birçok yerde izlerine rastlanır.
Doğrusu bugüne kalanlar yıkılanlara oranla çok az sayıdadır.İstanos kasabasından eser yoktur.12.yy’da yapıldığı yazılan meşhur Vank Manastırı’ndan da eser kalmamıştır.Kale civarında yer alan birçok kilise ve manastır ise 1916 büyük Ankara yangınında yok olmuş.
1916 Ankara Yangını yıllarca konuşulmadı, görmezden gelindi. Son yıllarda detayları ortaya çıkar oldu.Refik Halid Karay’ın Ankara kitabında o güne dair düştüğü notlar bu olayın görmezden gelindiğini orataya koyuyordu;
“Ankara yangınını görmeyenler, Roma’nın nasıl yandığına, o dehşete, o kıyamete akil erdiremezler. Bir meydanlığa rast geldim, Ankara Ermeni'lerinin zenginliğine delil olarak orada muvakkat bir abide kurulmuştu.
Yangından kaçırılan yüz kadar piyanonun sıra sıra dizildiğini gördüm. Üstelerine seçme, pahalı halılar serilmişti. Birden kocaman bir yanık kütük geldi, aralarına düştü; söndürmeye koşacak adam yoktu. O kütük bir kundak gibi çeyrek saate kalmadı piyanoları tutuşturdu. Hem nasıl tutuşturmak? Gaz dökmüş, benzin serpmiş gibi... tellerinden bin bir nağme çıkarak o kupkuru cilalı sandıkların yanışı çok acayip olmuştu. İnsan gibi inleye inleye, teller ateş gibi kızararak bembeyaz dişleri sıcaktan etrafa pıtır pıtır serpilerek ne feci ve ne tuhaf yanıyorlardı... Ankara’nın en kibar mahalleleri, en büyük çarşısı, serveti, refahı çoktan kül kesmişti. Yolda saçları dağınık, gözleri ürkmüş ve güzellikleri atmış genç kızlara rast geliyordum; ellerinde yangından kurtardıkları eşya vardı: Lavanta şişeleri, pudra kutuları, kurdele ve dantel parçaları, kadife muhafazalar.

Çocuklarını kaybeden anaların ise haddi hesabı yoktu. Kıyamet Ankara’da o gün kopmuştu ve mahşer günü o gün burasıydı. Neler görmedim. Saçlarından tutuşmuş kadınlar, yolda doğuran gebeler, cübbeleri alev almış hahamlar. Ankara'nın dörtte üçü ortadan silinmişti. Sıra açlığa, sefalete, perişanlığa gelmişti.”
Soykırım,isim-soyisim yasakları,Varlık Vergisi,6-7 Eylül olayları derken hala onların da vatanı olanlar terketmeyenler vardı.70’lerde güçlenen sol muhalefetle kendilerini ifade etme olanakları vardı,son umuttu belki.Çocukluğumdan bilirim Keçiören Ermeni ve Rumlar için özel bir yerdi.Birçok Ermeni ve Rum komşularımız hala var idi.Misal alt sokakta bir yaşlı teyze vardı evini kütüphaneye çevirmişti,istediğiniz saatte evine girer istediğiniz kitabı alırdınız.Sonra Elzabet ve Ester isimli kız kardeşler vardı.Biz onlar sokaktan geçerken o zamanlar yani 80’ler bir dizi repliği olan “Elizabet gel kızım” diye laf atardık.Tabi iğrenç ama sonuçta çocuktuk daha.Bizim aile için ayrı bir öne sahip Rum Ahmet abiyi zaten diğer yazımda bahsetmiştim.
Sonra 12 Eylül oldu sol yenilince onlar da yenilmiş oldu dolayısıyla.Birçoğu mahalleyi terketti,kimi İstanbul’a kimi başka memleketlere.Gerçi hala kalanlar da var ama artık kimliklerini tamamen gizliyorlar.Misal çocukluktan Ermeni olduğunu bildiğimiz ama yüzüne söylemediğimiz bir arkadaş var.Geçenlerde annesi vefat etmiş.Bu çocukla son yıllarda arkadaş olmuş başka bir eleman annesinin cenazesine gidiyor.Tabi cenaze kiliseden kalkınca elemanı bir şaşkınlık olmuş bize tepkisi “lan gardaş adamın annesinin cenazesine gittik,cenazeyi kiliseye getirmişler”. Ermeni arkadaş da kimliğinin ortaya çıkması üzerine mahalleye çıkmaz olmuş neticede.
Bir de Keçiören Belediyesi’nin tarihçe kısmının internette Mhp’li Turgut’tan sonra değişimi var.Önceden Keçiören isminin ilçede yaşayan keçe ustası Ermenilerden geldiğine yönelik yani keçe örmekten geldiğine dair ifade vardı.Adamın gelir gelmez bu ifadeyi kaldırmak ilk işi olmuştu.
Ahmet abilerden,Esterlerden anılarını yaşatmak görevimiz olsun.Sınırsız,sınıfsız bir dünya umuduyla.